Şair ve yazarlar, içinde yaşadıkları zaman, mekân ve toplum düzeninde mevcut olan ve kendilerine göre olması gereken durum ve şartlar arasında tezat gördüklerinde yaşamı sorgulamaya başlarlar. Bu sorgulama çoğu zaman sanatçıları huzursuz eder, mutsuzlaştırır. Bu anlarda verecekleri tepkilerden biri hayal limanlarına sığınmak olur. Bu liman Yahya Kemal’de Türk tarihinin zafer sayfaları, Ziya Gökalp’te Kızılelma, Ahmet Haşim’de O Belde, Peyami Safa’da Simeranya, Ziya Osman Saba’da çocukluk ve gençlik yılları… olarak karşımıza çıkar.
Günümüz Türk şiirinin usta şairi Bahaettin Karakoç da zaman zaman yaşadığı sosyal hayatın çarpıklıklarından, şehrin sunî yaşantısından rahatsızlık duyan bir sanatçı olarak özgürlüğün mekânı olan dağlara sığınır.
“Yüreğin doluysa eğer
Dağlar sana boyun eğer
Özgürlük her şeye değer
Direnç onurdur dağlarda” (Karakoç, 2004:165)
Mısralarıyla dağları gönlüne liman yapan, Bahaettin Karakoç, günümüz şiirinde dağı en fazla tema ve motif olarak kullanan şairimizdir.
Dağlar, özellikle geleneksel halk şiirimizin en önemli ögesi olarak yüzyıllarca ele alınmış bir temadır. Zira konar-göçer Türk yaşantısında tabiat ve özellikle dağlar, yaylaklar Türk’ün evi ve sığınağı olmuştur. Hatta özgür göçebe dağ hayatından bugünkü sanayi medeniyetini oluşturan yerleşik ova hayatına geçmemek için mücadele bile verilmiş ve bu mücadeleye Dadaloğlu şu mısralarla tercüman olmuştur:
“Hakkımızda devlet vermiş fermanı
Ferman padişahınsa dağlar bizimdir.”
Mazlumların ve fakirlerin hamisi Köroğlu da düşmana karşı en güçlü korunağının dağlar olduğunu ifade eder koçaklamalarında:
Hemen Mevlâ ile sana dayandım
Arkam sensin kalam sensin dağlar hey
Yoktur senden gayrı kolum kanadım
Arkam sensin kalam sensin dağlar hey
Gevheri de başı sıkışanları dağlara davet eder:
Başına bir hal gelirse
Dağlara gel dağlara
Seni saklar vermez ele
Dağlara gel dağlara
Âşıklar, sılalarına ve sevdiklerine kavuşmak için yüce dağları aşarlar. Bu uzun ve yorucu yolculuk boyunca dağlar yoldaşları, hâldaşları, sırdaşları, olur ve Kul Hasan gibi onlarla dertleşirler:
Yükseklerde yurdun mu var?
Şahinlerin kurdun mu var?
Bencileyin derdin mi var?
A dağlar, ah ulu dağlar
Eşinden ayrılan ağlar.
An gelir Karacaoğlan misali sevincini ve acısını dağlarla paylaşır, güzelliği ve dostluğu dağlardan öğrenirler.
Çukurova bayramlığın giyerken,
Çıplaklığın üzerinden soyarken,
Şubat ayı kış yelini kovarken,
Cennet dense sana yakışır dağlar.
Abdurrahim Karakoç için dağlar yüksekliği ve genişliği bakımından özgürlüğü temsil eder.
Dizilir yolunda göç katar katar
Kuşların avazı gökleri tutar
Sonsuz hürriyeti cana can katar
Koçyiğit duruşlu sıra dağların
Yine Abdurrahim Karakoç, sosyal hayatta cahil insanlara dağ adamı denmesini dağlara hakaret sayar ve büyük tepki gösterir:
“Dağ adamı” derler cahil olana
İsyan et Karakoç sen bu yalana
Ölen öldü, sıra geldi kalana
Hak için hakkını ara dağların
Fakat bazen dağlarla olan bu dostluk bozulur. Âşıklarla dağların arası açılır. Çünkü dağlar, âşığın sevgilisine kavuşmasına engel teşkil etmekte, sevgilileri birbirinden ayırmaktadır. Bunun üzerine âşık dağlara sitem etmeye başlar. Dağlar, bazen Yunus gibi kalpsiz olmakla suçlanır;
Ben toprak oldum yoluna
Sen aşırı gözetirsin
Şu karşıma göğüs geren
Taş bağırlı dağlar mısın?
Bazen Karacaoğlan gibi beddua alır,
Ey Karacadağ melil melil kalasın
Ateş düşe, cayır cayır yanasın
Dilerim Allah’tan bana dönesin
Ayrılasın gül memeli eşinden.
Ya da bir halk türküsünde olduğu gibi tehdit edilir.
Dağlar seni delik delik delerim
Kalbur alır toprağını elerim.
Fakat bir şair vardır ki, dağlara bırakın sitem veya beddua etmeyi onlara toz bile kondurmaz: Bahaettin Karakoç. O, çıplak dağları üşümesin diye giydiren, yüreğini de dağlara kuşak yapan bir dağ dostu, dağ sevdalısıdır:
Renk renk gömlekler giydirdim
Üşüyen çıplak dağlara…
Dalları göğe değdirdim,
Yüreğim kuşak dağlara. (Karakoç, 2001:193)
Dağların çileye katlanışına, göklere yakın oluşuna, gökyüzüne el gibi açılışına türkü söyler Dağlara Türkü adlı şiirinde:
Dede Korkut’tan dualı
Türküleri var cığalı
Heybette Hamza edalı
Dağlar bu dağlar olmalı (Karakoç, 2001:193)
Çocukluğunu Karacaoğlan, Dadaloğlu, Köroğlu şiirlerini, halk hikâyelerini okuyarak; dağların temiz havasını teneffüs edip çiçeklerini koklayarak, kuşların sesini dinleyerek, güneşin dağın sırtından doğup burnundan batışını izleyerek yaşayan Bahaettin Karakoç için dağların çok ayrı bir yeri vardır. Nasıl ki Köroğlu’nun Çamlıbel’i, Şehriyar’ın Heyder Baba’sı, Dadaloğlu’nun Binboğa’sı varsa Bahaettin Karakoç’un da Salavan Dağı vardır.
Ben Bahaettin Karakoç
Arkam kala’m Salavan
Yedi altmışbeş çapında
Bir tabancam vardır, Kırıkkale
Yıllar yılı
Elime hiç almam, kınında üşür
Şairim
Parmaklarım kalem tutar, çiçek tutar
Bin kurşunu değişmem bir beyaz güle
Çamlıbel’de Köroğlu, Salavan’da ben. (Karakoç, 1997:112)
Şiirlerinde Kahramanmaraş’ın Elbistan, Ekinözü ve Nurhak ilçelerinin ortasında kalan yaklaşık 2 bin 400 metre yükseklikteki Salavan’ın dağlar içinde ayrı bir yeri olan Bahaettin Karakoç’a göre Salavan “Dağlar içinde bir kimya-ı saadet”tir. Çiçeklerin en ıtırlısı, mor sümbüllerin, koçotuların, menekşelerin, lalelerin, yaban güllerinin en güzelleri Salavan’da biter. Koyaklarında sürü sürü geyikler dolaşır, ulu ardıçlarının dallarında gece gündüz kuşlar cıvıldışır. Salavan, “Daha bir sevdalı/daha bir ev-cüvan/ daha bir yiğit”tir onun gözünde.
Salavan Dağı’nın çiçekli eteklerinde
Keklikler palazlar kadar ötücü
Kurt enikleri kadar hürdüm
Mısralarında görüldüğü gibi özelde Salavan, genelde dağ özgürlüğün kalesidir şair için.
Karakoç, Cumhuriyet Dönemi Türk edebiyatında dağlar üzerine en fazla şiir yazan ve şiirlerinde dağlara en çok yer veren şairdir, denilebilir. Aşağıda isimleri belirtilen şiirlerde müstakil olarak dağı konu etmiştir. Dağlar Düşürmez Darlığa, Dağlara Türkü, Sözüm Bütün Sarp Dağlara, Uzlet Başkadır Dağlarda , Toros Dağlarında Bir Güz Gezisi, Çamlıbel’de Koç Köroğlu Salavan’da Ben, Cezriyun Bir Tepe, Dağlar, Yine Mendil Sallıyorum, Ağrı Dağı, Nemrut Dağı Esintisi, Kafdağı’nda Son Veda Çayı, Ağrıda Mola, Uçan Kuşlar Menziline Varanda, Binboğa, Erciyes. (Avcı, 2012: 69)
Dağların şiirlerinde bu kadar önemli yer tutması ile ilgili olarak Karakoç bir mülakatta önce dağların kutsiyeti üzerinde duruyor:
“Dağlar mukaddes mekânlardır bana göre. Tek ‘Mutlak Gerçek’, tek ‘Malik-i Mülk’ olan evrenin mimarı Yüce Rab, Tur Dağı’nda Hz. Musa'ya; Tabor Dağı'nda Hz. İsa'ya; Hira Dağı'nda ise Hz. Muhammed Mustafa'ya (S.A.V.) nuruyla mesaj vermedi mi? Neden bir havrada, kilisede, mescitte değil de dağlarda? Bunun hikmetini ah bir kavrayabilsek... Bir yandan azametin, bir yandan da sabrın remzidir dağlar.”
Sonra dağların korunak özelliğini vurguluyor:
“Her sığınana korunaktır/barınaktır dağlar. Avcılar için avlak, sürü sahipleri için yaylaktır dağlar... Yaptığı bir resme dağ kondurmayan bir ressam, dağlara şiir yazmayan bir şair var mıdır yeryüzünde ? Şehriyar'ın "Haydarbaba'ya Selâm" şiiri evrenselliği yakalamış çok uzun soluklu bir şiirdir. Koç Köroğlu'nun, Avşar yiğidi Dadaloğlu'nun, Deliboran'ın, Karacaoğlan'ın mesken tuttuğu dağlar var. Ben etrafı çepeçevre dağlarla kuşatılmış bir iskân bölgesinde doğmuş, dağların hür havasını soluklanmış ve dağlara tırmana tırmana büyümüşüm. Her sabah güneş Salavan'dan doğmuştur üstüme, her akşam Berit Dağı'ndan batmıştır güneş.” (Durmuş, 2003: 6)
Salavan, Nurhak, Şardağı, Erciyes, Ağrı, Uludağ, Nemrut, Palandöken, Binboğa, Bozdağlar, Toroslar, Kazdağı, Engizek, Istıranca, Aladağlar, Altaylar gibi nice ulu dağları konu alan şiirlerinde bu dağlar kimi zaman sultandır, kimi zaman derviştir; ezeli görüp ebet’e kanatlanmışlardır.
Dağları her coğrafyanın en görkemli buğrası ve her ata yurdunun kadim tuğrası olarak gören şair, dağları yalnızca fizikî güzelliklerinden dolayı sevmenin yeterli olmayacağını ifade ediyor:
“İnsanın dağlarla ilişkisini, sadece güzelliklerini seyretmek, sadece serin gözelerden sular içmek, temiz havalar solumak, elvan elvan çiçek kokusunu ciğerlerine çekmek olarak algılarsanız bu o kadar önemli değildir. Önemli olan bu beşik-kucakta, bu kutsal ocakta kabuğunu kırıp tefekkür ufuklarını genişletmek, kâinatı var edene daha çok yakın olmak ve bunun şükrünü eksiksiz edâ edebilmektir.” (Avcı, 2012:47)
Dağlar Türkiye’nin bezeğidir onun şiirlerinde. Şiirlerinin haritasını da dağlar belirler:
“Türkiye’m bir ceylan, Türkiye’m bir can
Uludağ’a konar, Ağrı’dan kalkan
Toroslar gömgöktür, Erciyes ap-ak
Biri mor sümbüldür, biri ak zambak
“İnsanı gam yıkar” demiş atalar
Kızlar Kazdağı’nda niyet tutarlar
Bir âşık sızlanır Çiçekdağı’na
Göller yıldızları toplar ağına
Köroğlu Dağı’na çökmeden duman
Sel basar, ıslanır soylu Salavan
Şardağı’nın ne gamı, ne derdi var
Yurdum kadar güzel kimin yurdu var?
İster mümbit olsun, isterse kayrak
Bu toprağa yakışıyor al bayrak.” (Karakoç, 1993:31)
Yüce dağlara âşık olan Karakoç elbette dağların sultanı Ağrı Dağı’na müstakil şiirler yazacaktır. Üstelik şekil, anlam ve ses bakımından Ağrı Dağı gibi zirve ve heybetli bir şiir:
Iğdır’a inince ilk onu gördüm
Yerle gök arasında bir tek düğüm
Çevresi masmavi, başı bembeyaz
Fiziğini aşmış bir aşk sultanı
Rabbiyle konuşur günün her anı
Gün batarken az kırmızı, çokça mor
Sanırsın zamana geçit vermiyor
Civansın, soylusun, teksin dünyada (Karakoç, 1986:78)
Yüce dağ mevzubahis olur da Erciyes’ten söz etmemek olur mu? Karakoç, Erciyes’i Türk’ün sembolü olan bir alp erenle eş tutar:
Hak esriği derviş gibi
Hep tespih çeker Erciyes
Ruhu İslâm bedeni Türk
Sonsuza bakar Erciyes (Karakoç, 1991:113)
Bahaettin Karakoç, dağlarda kendini görür, dağlarla aynileşir. Biraz da bundandır dağlara olan ülfeti:
Benim de başım dumanlı, benim de yüreğim var
Yüce dağlar, sultan dağlar, beni de sizden sayın. (Karakoç, 1984:56)
Özgürlüğüne düşkün olar şair, yüce dağlarda ölümü bile “bir ak çiçek” olarak görür. Dağın doruklarını “Sonsuzluk düşüne set” olmadığı için sever.
Dağlarda kendini Allah’a daha yakın hisseden şairin dağlarda huzur bulması boşuna değildir. Zira dağlara kutsallığı katan insanı huzurlu kılan din bu dağlarda tebliğ edilmiştir.
“Ben bir muştucu ozanım, bahtım dağ yollarına düşmüş
Allah’a ve davama daha yakınım ben bu dağlarda.” (Karakoç, 1975:32)
“Tabiatın ölüm fermanını göbek ekseninde taşıyan şiirsiz bir sanayileşmenin sembolü kentlerde yayla kartalları tutsak olmadıkça barınamazlar ama o kentlerde kedilerden ve serçe sürülerinden geçilmez.” (Aygün,1983:29) diyen Karakoç, şehrin karmaşası karşısında mutsuzluğunu dile getirir:
Her şehrin karnında habis urlar var
Çabuk üreyip çabuk büyüyorlar
Ur tepeciklerinin etrafından
Şıngır mıngır geçiyor tramvaylar
Bir demet ışığa uçuyor raylar
Arabalar horul horul horluyor
Arabalar kötü gaz çıkarıyor
Ve işgal altında bütün kaldırımlar. (Karakoç, 1993:94)
Karakoç, şehir yaşantısının şehvet, riya, kin kokan ortamından kurtulmak için bir liman olarak gördüğü dağlara sığınır. Orada şehir hayatının muhasebesini yapar, elinden gelse bir daha şehre dönmek istemez.
Şehirlerden kaçar şehir kurarım,
Dağlara sığınır, cevap ararım
Ve döner gelirim, mekân o mekân
Şehvet kokan, riya kokan, kin kokan
Derim ki: Bu sondur, dönmem bir daha. (Karakoç, 1991:9)
Sodom ve Gamure uyuzuna yakalanan bu çağda;
Ben sonsuzluğun türküsünü söyleyeceğim dağlarda! (Karakoç, 2012:161)
Sonuç olarak diyebiliriz ki Bahaettin Karakoç’un şiirlerinde dağ heybettir, kudrettir, yüceliktir, özgürlüktür, zenginliktir, güzelliktir, tecelli makamıdır, vahiy mekânıdır, sığınaktır, barınaktır. Çirkinliklerden kaçıp sığınacağı, güzellikleri yaşayacağı, özgürlüğü soluyacağı bir mekân, Allah’a en yakın olduğu makamdır. Onun içindir ki dağ ve dağa ait ögeler şiirlerinin en önemli bezeğidir, dekorudur.
Ramazan AVCI