Çok üzücü bir haber: Gelişim, devren satılık

Yazar Necati Mert’i 1973 yılında kurduğu ve Adapazarı’nın kültür hayatında önemli bir yeri olan Gelişim Kitapevi’ne Devren Satılık tabelası asıldı.

1973 yılında Yazar Necati Mert tarafından kurulan Gelişim Kitapevi ile üzücü bir gelişme yaşandı. Sahibi Mert sağlık sorunları nedeniyle işyerinin vitrinine “Sahibinden devren satılık işyeri” duyurusunu astı.

Mert bunu neden yaptığını sosyal medyada şu yazıyla dostlarına duyurdu:

ADAPAZARLILAR! KARDEŞLERİM! DOSTLARIM!

12 Mayıs 1973’te kurduğum Gelişim Kitabevi’nin vitrinine 46 yıl 150 gün sonra “sahibinden devren satılık işyeri” duyurusunu astım.

Zannettim ki Gelişim Kitabevi’ni benim gibi bir kitapsever alır, bıraktığım yerden götürür. Olmadı. Gerçi bir alıcı çıktı, ama karar vermekte acelesi olmayan bir kişiydi.

Benim var. Parkinson öldürmeyen ama süründüren bir hastalık. Hele ki tansiyonla buluşunca aman Allah! Halim bugünlerde böyle. An gelir, bir tel kopar, ahenk ebediyen kesilir çünkü, belli mi olur!

Çocuklara arkamdan dükkân telaşı bırakmak istemiyorum. Gelişim’i işyeri olarak devredemeyeceğimi görünce dükkânla kitabı birbirinden ayırarak satmak, satışı kolaylaştırmak istiyorum şimdi.

Elimdeki çeşitli indirimlerle satışa sunduğum kitaplar var. Raf ömrünü geçirmiş ucuzlar var. Kelepirler var. Çocuk kitapları var. Sahaf grubu içine sokulabilir nadideler var. Pazarlığa tabi olanlar var.

Gelişim’i şehrin son elli yılının hafızası sayan, ayrıca beni sayan, seven ve öğretmenleri bilen arkadaşları, dostları, Adapazarlıları 9 Ekim’le 19 Ekim arası saat 13’ten sonra bana destek vermeleri için çağırıyorum.

Batan geminin malları peşinden koşanlar, yapacağım indirimi az bulabilir. Ama kitabı alıcısını bekleyen bir dükkânın karanlığı içinde tutmamak, kitabın haysiyetini korumak için yapıyorum bu çağrıyı.

Kitabı gün yüzüne çıkaralım, dükkânı kim alırsa alsın!

….

Konuyu //necatimert.com.tr adresinden yayınlanan kendi internet sitesinde ayrıntılı bir şekilde ele alan Yazar Necati Mert, Gelişim Kitapevini öyküsünü anlattı:

Ada’dan” yazılarımın 2 Haziran 2019 tarihli olanı “Bu Ahval ve Şerait İçinde” başlığını taşır, şöyle başlar:

“Açılışı 1973’tür. Demek, Mayıs’ın 12’sinde, bizim Gelişim Kitabevi 46 yılını tamamlamış, 47’den gün almaya başlamış. Ama 50’yi görmeyecek. 47’yi tamamlayabilecek mi o da şüpheli.”

Evet artık şek şüphe kalmadı: “İşyerimiz, sahibinden devren satılık”.

Yazı yankı buldu. Nihal’in (Duruca Karaman), Gülgün’ün (Hız Arman), Fikret Aksu’nun yazdıkları unutulur gibi değil. Onların içtenliğinde başka yazanlar oldu. Bir grup da Şebnem Şenlen Eriş’ten etkilenerek “Gelişim Kitabevi yalnız değildir” gibi bir sloganla harekete geçmek istediler. Oysa benim meselem Gelişim Kitabevi meselesi değil. Ekonomide beş yıldır istikrarlı bir düşüş yaşadığımızı görüp tedbirini almış bir kitapçıyım ben. İpotekli bir mülküm, maliyece takibine geçilmiş bir borcum yok. Hem bir dükkân açıldığı gibi kapanır da. Ama kapatmak şart olmuşsa, hele ki bir dükkânı 46-47 yıl başarıyla yürütmüş bir kitapçı, kitapçılığından bir yıl daha kıdemli bir yazar dile getiriyorsa bunları, mesele artık memleket meselesidir. Bunları görüştüm Şebnem Hanım’la, konu aydınlandı.

Emre’nin on beş yıllık emeği var dükkânda. Hele bunun şöyle böyle altı yedi yılını –hastalığımdan dolayı benim hiç yardımım olmaksızın- tek başına götürdü. Adapazarı’nı sevmez Emre; Eskişehir’de okudu, Eskişehir’i sevdi ve oraya yerleşmekten söz etti hep. Dükkânı kapatma kararımızda onun Eskişehir sevgisi baskındır.

Geçen hafta, Çarşamba akşamı Kâzımpaşa’da Emre’yle Beste ve biz köftelerimizi yedik, vedalaştık. Ertesi gün, Eskişehir’e gittiler. Hayır, açık konuşayım: Eskişehir’e gitmediler, Adapazarı’ndan gittiler. Arkalarından deprem oldu. Depremde Atasoy Eczanesi’ndeydim. Ayaklarım, hastalığımdan dolayı zaten sık sık düğümleniyor, üzerine deprem de gelince kıpırdayamaz oldum, dışarıya Tunay Durmuş’un yardımlarıyla çıktım.

Çocuklar Eskişehir’e yerleşti. Dükkân satılana kadar sadece iki saat dükkânı açık tutacaktım, olmadı. Parkinson ilaçlarımın veya dozlarının değiştirildiği günler zorlanıyorum, 27 Eylül’de dükkânı açamadım. Gecesi parkta yürüyüşten döndüğümüzde apartmanın demir kapısını açtım, dengemin bozulmasıyla solumdan tarafa kaydım, havalandırma penceresi açıkmış, çarpmamla camlar şangur şungur! O camlardan bir çizik bile almaksızın nasıl çıktım hâlâ hayret ederim.

28 Eylül Cumartesi, bir emlakçiyle dükkân hakkında görüştük; aynı kelimeleri kullanıyorduk ama birbirimizi anlamıyorduk; tansiyon problemim de başladı galiba, iki saatlik mesaimi tamamlayıp eve döndüm –Neclâ yanımda, refakatçim!

29 Eylül Pazar, her Pazar günü gibi o Pazar da dışarıda yedik. Gecesi, saat 03:00. Kalkmıştım. Başım döndü, uyanması için Neclâ’ya seslendim, yetişti, birlikte düştük. Sağ gözü mosmor. Kaşının üstü, felaket. Bildiğim bütün ilaçları deneyerek yardımcı olmak istiyorum, fayda yok. Hastaneye gidelim, diyorum. 112’yi arayalım, cankurtaran isteyelim... Şaka yapıyormuşum sanıyor. Sen hasta, ben hasta, hangimiz hangimizi götürecek hastaneye, diye soruyor, biraz da alaysı... Gece yarısı ne 112 istiyor ne de taksi..

Sabahı ettik. Tehlikeli saatleri atlatmıştık; bu durumda cankurtaran çağrılır mı? Çağrılsa bile, muayene sürecini odadan odaya ben nasıl sürdürecektim?

Valla belediyeden başka aklıma kimse gelmedi. Herkes işinde gücünde. Saat 10 sularında Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı İbrahim Aktürk’ü aradım, ulaşamadım. Kültür Müdürü Âdem Turan’ı aradım, durumu anlattım, bize bir araba, arabadan da önemlisi, Neclâ’ya yardımcı olabilecek bir becerikli gerekiyor, dedim. Giyinmiştik, biz daha aşağı inmeden Selma Uğur OSM’den çıkmış, yukarıya bizi almaya gelmiş bile; indiğimizde de yine Kültür’den Bülent Ergün de arabası başındaydı.

Muayene öğle sonrasına kadar sürdü. Tehlikeli bir durum yokmuş –sevindik. Dışarısı günlük güneşlik. Aklıma şimdi geldi: Bir selfi çekilseydik ya! İyi de Neclâ istemezdi ki o haliyle... Pazartesi (7 Ekim) kontrole gidilecek; Selma Hanım uğramış, kontrole de ben götüreceğim, demiş Neclâ’ya. Eh selfimizi de o gün alırız herhalde. İnsan nelere sevinmiyor...

Kültür’de görevli kardeşlerimi severim. Sevildiğimi de bilirim. Aramam, bu karşılıklı sevgiye dayanıyor. Kültür’dekiler birbirinden dinamik, birbirinden yetenekli genç insanlar. Kültür-Sanat alanında yapamayacakları bir şey yok. Geçen on yıl içinde bu yeteneklerini gösterdiler.

Bu hafta bu güzel insanlardaki o yaratıcı cıvıl cıvıllığı yine eskisi gibi yüzlerinde görünce dedim ki: Her şey yerli yerinde. Durmak yok, yola devam!

Sakarya Yenihaber

08 Eki 2019 - 11:37 - Kültür & Sanat


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Sakarya Yenihaber Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Sakarya Yenihaber Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Sakarya Yenihaber Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Sakarya Yenihaber Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.

01

Bükre - Bu nasıl güzel bir anlatım nasıl güzel bir dil...

Yanıtla . 0Beğen . 0Beğenme 08 Ekim 11:37