Sosyal medya ve biz

Çok değil, sadece 15 yıl önce, ruhu olmayan bir ekrana bakmak yerine, gözler, gözlere bakıyordu. Çok değil, sadece 15 yıl önce, çayın fotoğrafı yerine, direk kendisi paylaşılıyordu, yanında koyu bir sohbet ile birlikte. Bu kadar seviyesiz, bu kadar bencil, bu kadar vicdan yoksulu, bu kadar çevreye kör ve bu kadar çıplak insanlar değildik. Kirlenmemiştik sosyal medya ile. Ruhumuz zehirlenmiyordu cümle çöplüğünde.

İnternet, sosyal medya, “paylaşım’’ bağımlığı, “beğeni’’ sapıklığı olmayan yıllarda, hayat farklı akıyordu. Fotoğraflanmayan, kan ile can ile yaşanan bir hayat, yüreklerde saklı olan duygular ve orada burada olmayan, henüz ayağa düşmemiş kelimelerimiz vardı elimizde. Selamımız vardı ona buna verilen. İnsanlara saygımız vardı, insanlara sevgimizi çoğaltan. Özelimiz vardı bizim, ulu orta sergilemezdik kendimizi. Ahlakimiz vardı, paylaşmazdık her dakikamızı ana uryan bir şekilde. Edebimiz vardı gerektiği zaman konuşmayı iyi bildiğimiz gibi, gerektiği zaman da, susmanın erdem olduğunu, susmanın asalet olduğunu çok iyi bilirdik. Aşklarımız, sevdalarımız vardı bizim. Her yerde pazarlanmayan, arada çekilen hasret ile güçlenen ve bir “seni seviyorum’’ demek için, günler, haftalar, aylar ve yıllarca beklenen sevdalarımız vardı bizim.

Merak edip baktım. Facebook 2004 yılında, twitter ise, 2006 yılında girmiş hayatımıza. İkisi de, “ne düşünüyorsun?’’ sorusu ile başladı bizi soymaya… Şimdi bu sosyal medyayı, bir sokak, bir çarşı olarak düşünelim. Çarşıda sayısız insan. Genç, yaşlı, çoluk, çocuk, edepli edepsiz, zengin, fakir, ne kadar insan çeşidi varsa, hepsi bu çarşıda. Bu çarşıda herkes, kendi alanında, kendi hayatının her noktasını, sansürsüz bir şekilde paylaşıyor. Bunu gören, beğeniyor, yorum yapıyor ve gereksiz, basit cümlelerle ömür tüketiyoruz.

Paylaşıyoruz işte. Bazen, aç olan komşularımızı, din kardeşlerimizi düşünmeden, lüks sofralarının fotoğrafını paylaşıyor, bazen evde mahkum olanların, imtihanını hiçe sayarak, özgürlük kokan gezi fotoğrafları, bazense yalnızlık, aşk acısı çekenleri umursamadan, kendi özelimizi, kendi mutluluğumuzu, kendi aşkımızı paylaşıyoruz en sansürsüz bir şekilde. Yani olay şu mu? Sen mutluysan, her şey tamam. İster ülke yansın, ister birileri acıdan, açlıktan ölsün, senin için önemli değil öyle mi? Hee birde Allah bilir, canın sıkılınca, kendi devletine sövmeye, kendi ülkeni kötülemeye de hakkin vardır şimdi senin.

Bu sosyal medya teröristleri, ilk önce, ahlakımıza, edebimize ve özelimize göz dikti. O “paylaş’’ dedi, biz de paylaştık. Adeta her paylaşımda, biraz daha battık çamura. Her paylaşımda biraz daha renk attık ve her paylaşımda, biraz daha özümüzü kaybettik. Son zamanlarda da, siyasi olarak geliyor üstümüze. Akıllarınca cümleleri ile birliğimizi bölmeye, ülkeye mutsuzluk ekmeye ve hüzün bulutlarıyla, keder yağdırmaya çalışıyorlar.

Bir de gerçekleri var benim ülkemin. Çok özgür bir yer olduğu, cennet vatan olduğu ve kim gelirse gelsin bölünmez olduğu gibi. Gerçekleri var benim ülkemin.

# YAZARIN DİĞER YAZILARI

Yazar Ömer Alikılıç - Mesaj Gönder


göndermek için kutuyu işaretleyin

Yorum yazarak Sakarya Yenihaber Gazetesi Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Sakarya Yenihaber Gazetesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Haber ajansları tarafından servis edilen tüm haberler Sakarya Yenihaber Gazetesi editörlerinin hiçbir editöryel müdahalesi olmadan, ajans kanallarından geldiği şekliyle yayınlanmaktadır. Sitemize ajanslar üzerinden aktarılan haberlerin hukuki muhatabı Sakarya Yenihaber Gazetesi değil haberi geçen ajanstır.



Anket Sizce Sakarya'daki en başarılı belediye hangisi?
Tüm anketler