23 Aralık 2020 Tarihli “Beyinler bizim ama ya başarılar?” başlıklı yazımda, hemen her ülkede çok sayıda başarılı Türk bulunduğunu belirtmiş, yurt dışında yaşayan Türk bilim adamlarının başarılı çalışmalarından örnekler verdikten sonra, “yurttaşlarımızın bu başarıları ile ne kadar onur duysak da, bu durumun yüreğimizi burkan bir yönü var. Bilimsel çalışmaları o ülkelerin hanesine yazılıyor. Başarılarından da ter döktükleri ülkeler yararlanıyor. Çalıştıkları ülkelerin ekonomisine katkı sunuyorlar…” diyerek bardağın boş tarafını da göstermiştim…
Ancak bu yazıda “bilim insanı” yerine “bilim adamı” dediğim için haklı eleştiriler aldım. O hatam için özür dileyerek başlayayım satırlarıma…
Yurtdışında çalışan üniversite mezunu gençlerimizin sayısı her geçen yıl artıyor. Anlaşılan o ki, daha da artacak. Temmuz-Ağustos 2020 döneminde Yeditepe Üniversitesi ve MAK Danışmanlık iş birliği ile gerçekleştirilen “Gençlik Araştırması”na göre; "Eğitim veya iş amaçlı bir başka ülkede geçici süreli yaşama fırsatı tanınsa yurt dışına gitmek ister misiniz?" sorusuna gençlerin yüzde 76,2'si ‘evet kesinlikle giderim' cevabını verirken, kalıcı olarak bir başka ülkenin vatandaşlığı verildiğinde "Evet terk eder giderim" diyenlerin oranının yüzde 64 olması, “Beyin Göçü”nin ülkemizin en önemli meselelerinden birisi olmaya aday olduğunu gösteriyor…
Türk bilim dünyasının önemli isimlerinden İlber Ortaylı 6 Aralık 2020 günü Milliyet gazetesinde yayınlanan röportajda; “Hafta sonu sütun yazarlığına 20 yıl önce başladım. İlk yazım, gençlerin niçin göç ettikleri üzerineydi. 20 sene sonra hiçbir şey değişmedi, son zamanlardaki şartlar dolayısıyla durum daha da ağırlaştı.” Demesi sorunun büyüklüğünün göstergesi…
Pekiyi üniversite mezunları yurtdışına neden gitmek istiyorlar ve nasıl gidiyor?
Söz konusu araştırmada "Neden başka bir ülkede yaşarsınız" sorusuna gençlerin yüzde 59'u ‘daha iyi bir gelecek', yüzde 14,6'sı ‘Daha huzurlu hayat' yüzde 6'sı ‘adalet/eşitlik' ve yüzde 20,4'ü ise ‘diğerleri' cevabını verdi. Bu cevaplar gençlerin ülkede kendileri için iyi bir gelecek ve huzurlu bir hayat umudu görmediklerini ifade etmektedir. "Sizce Türkiye'de işe girebilmek için liyakat mi daha etkili yoksa torpil mi?" sorusuna gençlerin yüzde 77.6'sı torpilin liyakatten daha etkili olduğu yönünde cevap vermesi de, gençlerin yurtdışına gitme isteğinin başka bir nedenini göstermektedir…
Yurtdışına çeşitli yollarla gidip işçilik, ticaret, zanaatkârlık gibi işler yapan üniversite mezunlarını hariç tutarsak, üniversite mezunlarının büyük çoğunluğu yüksek lisans veya doktorasını yapmak için yurtdışına çıkıyorlar. Bu da genelde üç türlü oluyor;
- Ülkemizdeki üniversitelerin belirli bölümlerini üstün başarı ile bitirdikten sonra, yurtdışındaki üniversitelerin ve yabancı vakıfların açtıkları sınavlarda başarılı olup, bilgi, yetenek ve zekâları ile yabancı üniversitelerden burs kazanarak.
- Maddi durumu iyi olan ailelerin, çocuklarının yaşam masrafları ve okul ücretlerini kendileri karşılayarak.
- Kamu kurumlarında göreve başladıktan sonra, çalıştıkları kurum tarafından yapılan anlaşmalarla gönderilerek.
İkinci ve üçüncü sıralarda sayılanlar eğitim süreci sonunda genellikle Türkiye’ye dönmekte, kamu kurumlarında veya ailelerinin şirketlerinde çalışmaktadırlar. Ancak birinci sırada sayılanlar yurt dışında akademisyen veya araştırmacı olarak kalmakta, bazıları da uluslararası büyük firmalarda çalışmaktadırlar… Ve Türkiye’nin kaybettiği beyinler bu kategoride sayılanlardır.
Pekiyi yurtdışında çalışan akademisyenler, bilim insanları, araştırmacılar ve büyük firmalarda önemli görevler almış beyinler neden Türkiye’ye gelmiyorlar…
Bazılarının iddia ettiği gibi Türkiye’de yurt dışında aldıkları ücreti alamayacakları için gelmeyen küçük bir grup mutlaka vardır. Türk devleti ve Türk Milleti ile duygusal bağını kaybettiği için gelmek istemeyen çok çok küçük bir kesim de olabilir.
En önemli neden, gerek üniversitelerde, gerek bürokraside adam kayırma, torpil, emaneti ehline vermeme gibi nedenlerle oluşan vasıfsızlığı kabul edemiyorlar; babadan evlada geçen akademik unvanlar, kişiye özel tahsis edilen kadrolar, fakültelere o fakültelerin iştigal sahasıyla ilişkisi olmayan akademisyenlerin atanması, üniversitelerin yeteneksiz siyasallaşmış kişilerle doldurulması gibi hususları, akademik kariyere batı üniversitelerinde başlamış bir bilim insanının kabullenmesi kolay mı? Siz olsanız, son on yılda tek bir makalesi yayınlanmamış, bir ayın asgari 25 günü TV ekranlarında gözüken, il başkanlarının karşısında ön ilikleyen, imam hatipleri güçlendirme komisyonlarında görev alan, üniversite kadrolarına sülalesini dolduran, kendilerini bir bilimsel koordinatör olarak değil diğer hocaların amiri olarak gören rektörlerin yönetimindeki üniversitelerde çalışmak ister miydiniz?
Soruları çalınan ALES sınavlarıyla akademisyenliğe adım atan; lise mezuniyet ödevi olamayacak veya intihallerle kaleme alınmış tezlerle “doktor” unvanı alarak akademisyen olan; tekke, tarikat, dernek, vakıf, siyasi parti gibi yapılarda geçirdiği süreler laboratuvarda, kütüphanede geçirdiği sürenin kat kat üzerinde olan “akademisyenler” ile aynı “akademik” çevrede olmak ister miydiniz?
Bilim insanı her şeyden önce veriye, bilgiye ulaşabileceği kütüphanelere yakın olmayı, araştırmalarını yapabileceği büyük laboratuvarlarda çalışmayı ister. Hangi bilim insanı mükemmel kütüphaneleri, mükemmel laboratuvarları bırakıp da birkaç bin kitap var diye kütüphane tabelası asılan ve ciddi hiçbir araştırmanın yapılamayacağı, göstermelik laboratuvarları bulunan üniversitelere gelir? Ve hangi bilim insanı dev kampüsleri bırakıp, şehir içindeki dağınık kiralık binalarda hizmet veren gece kondu üniversitelerine gelir? Bilimsel özgürlüğün olmadığı YÖK düzeninde çalışmayı, akademik kariyerine özgür bilim ortamında başlamış bir bilim insanı kabullenebilir mi?
Üniversite mezunların önemli bölümünün işsiz gezdiği, kapı kapı “ne iş olursa yaparım” diyerek dolaştığı, iş bulamadığı için intihar eden üniversite mezunlarının vakayı adliyeden sayıldığı, mühendislerin polis memuru ve infaz koruma memuru olarak görev yaptığı, ilkokul mezunu dini kanaat önderlerinin milyonlarca insanı yönlendirdiği, ortaokul mezunlarının banka yönetim kurulu üyesi olduğu bir ülkede çalışmak, yurt dışında iyi bir iş bulmuş/kurmuş hiçbir beyin için cazip değildir.
Bütün bunlara rağmen, yurtdışındaki üniversitelerin tüm imkânlarını terk edip küçük taşra üniversitelerinde görev almayı kabullenmelerine rağmen kabul edilmeyen akademisyenlerin varlığından haberdar mısınız? Yurtdışından gelip çeşitli üniversitelere işe başlamalarına rağmen, kabullenilmedikleri, bilimsel çalışmaları yadırgandığı ve dışlandıkları için uyum sağlayamayarak tekrar yurtdışındaki üniversitelere dönen bilim inanı sayısının ne kadar çok olduğundan haberdar mısınız?
Bir sıkıntı da dünya devi firmalarda, uluslararası kuruluşlarda çalışan bazı yöneticiler için uygun bir işin ülkemizde olmamasıdır… Dolayısıyla bu tür görevlerdeki yurttaşlarımız için beyin göçünün geriye çevrilmesi hiçbir zaman mümkün değildir…
İlk yazımda beyin göçünün boyutlarını, bu yazımda da nedenlerini irdelemeye çalıştım… Ama asıl işlemeyi düşündüğüm konuya yine sıra gelmedi. “Beyin göçünü beyin gücüne dönüştürmek” bir sonraki sayıya kaldı.
Kaleminize sağlık. Çok güzel ifade etmişsiniz. Bilime meraklı, proje üreten bir nesil geliyor. Ama biz onların önünü açamıyoruz. Köhnemiş zihniyetler her yeri kaplamış. Sanki bilinçli bir el ile her şey kontrol ediliyor. Nerde bu adam bu yere nasıl geldi denilecek tipler iş başında. Allah sadece gençlerimizin değil, hepimizin sonunu hayır eylesin.